“Barışta Elverişsiz Seferberlikte Çeltek”: Burak Ş. Çelik’in Şiirleri
Barışta Elverişsiz, Burak Ş. Çelik’in ilk şiir kitabı. Bütün ilk kitaplar gibi şairin hayatına değinmekten, kendisine dair konuşmaktan haz alıyor, ama aynı zamanda bir şair olarak kendi sesini duymaktan dolayı da bir gerginlik taşıyor. Haz ve gerginlik. Bütün ilk kitapları anlamlı kılan iki kelime. Burak Ş. Çelik, bu gerginliği büyük ölçüde bir itiraz sesi yükselterek bastırıyor. Bu itiraza isyan demek aşırıya kaçmak olur ama Barışta Elverişsiz en temelde bir itiraz şiiri. İsyan ile itiraz arasındaki farkı görmeden bu şiirleri değerlendirmek doğru değildir. Nâzım’ın 835 Satır’ı gibi, Garip çıkışı gibi bir isyan demek ve bu şiirleri avangard olarak değerlendirmek doğru değil, ama içten içe bireye dayatılan koşullara, davranış kodlarına, dilin ve giderek dünyanın fizik kurallarına bir itiraz duyuluyor kitap boyunca. Bu itirazın en merkezileştiği nokta ise ileriki satırlarda daha ayrıntılı görüleceği gibi kuralcılığın en baskın olduğu zihniyet olarak militarizmdir. Militarizm, evet, geniş manasıyla bir zihniyet sorunudur. Burak Ş. Çelik, kitabın adından başlayarak en çok bu noktaya odaklanıyor. Şimdi bu hususları biraz daha derinlemesine irdelemeye çalışalım.
Kitap, “Sana Bana Time Dair” başlıklı şiirle açılıyor ve kendinden söz etmekten haz alıyor dediğim hususu en evvel burada görüyoruz. Bütün genç şairler bazen ironiyle, bazen farkına varmadan kendi hayatlarını, mesleklerini veya meslekleriyle ilgili birtakım kavram ve terimleri şiirlerinde kullanmaktan zevk duyuyorlar. Örneğin hukukçu şairlerin yazdıklarında hukuki terimleri, sağlıkçıların yazdıklarında sağlıkla ilgili kavramları veya akademisyenlerin yazdıklarında akademik bazı ifadeleri çok sık görüyoruz. Kuşkusuz her şiir veya daha geniş manasıyla her sanat eylemi, en başta kendi varlığımızı anlamlı kılma çabasıdır. Kendi varlığımız aslında yalnızca kendi varlığımız değildir, bizim gibi binlerce insanın da varlığıyla bütünleşir ve adeta onlar adına söz almaya dönüşür. Burak Ş. Çelik de bu ilk şiirde Anadolu’nun kuzey noktasında görev yapan bir öğretmenin kurallar ve nizam tarafından baskılanarak kendi olmasına imkân tanınmasını anlatır. Burada konuşan özne her ne kadar bize Burak Ş. Çelik’in kendisini düşündürse de –biyografisinden öğrendiğimize göre o da öğretmendir zira– aslında şiiri bütün memurların yaşadıkları çatışma olarak okuyabiliriz. Her memur, yasalarla, tüzüklerle ve bütün bunları aşan törelerle ve toplumun beklentileriyle tutsak edilmiştir. Nitekim şu dizeler bu baskılanmışlığı güzel ifade ediyor:
“Raspalanmış sistemler içinde kazanmak için ekmeğimi
Yüzümde devlet ciddiyetiyle beklerim her sabah
Yerine gelsin diye bütün ritüeller
Düşler kurarım uzak coğrafyalara
Ellerimde beyaz kâğıtlar bakanlık mühürleri
Boynumda geçmişimi sömüren alacalı bir urgan” (s. 9)
Bu öğretmen hem birinci tekil şahıs diliyle konuşması hem biyografik uyuşum nedeniyle yukarıda da söylediğim gibi ilk bakışta Burak Ş. Çelik’in kendisini akla getirse bile şiir, başlıkta da ifade edildiğine göre “sana, bana ve bütün takıma dair” de okunabilir. Buradan yola çıkarak şairin aslında memuriyete değil yalnızca, disiplin üzerine kurulu modernitenin bütün hayat anlayışına doğru genişleyen bir eleştiri geliştirdiğini görürüz. Öyle ki bu şiirdeki öğretmen, pekâlâ militer hayat içindeki herhangi bir birey de olabilir. Hatta kitap, ileriki şiirlerde öğretmenlikten askerliğe doğru genişleyen/artan bir kuralcılığın/disiplinin kişioğluna kendi olma imkânı vermemesine yoğunlaşır. Şiirin başlığındaki “tim” kelimesi bireyin tek başına önemsiz olduğu daha disiplinli mesleklerde kullanılır. Zaten kitabın adı bile bize askerliği düşündürür: “Barışta elverişsiz” olmak askerlik için uygun olmayışı ifade eden bir terimdir. Nitekim kitabın ilerleyen sayfalarında ölümün ne kadar yaygın olduğunu, evlerin hollerinden başlayarak nasıl ölüm koktuğunu, kadınların, çocukların, babaların öldürüldüğünü anlatırken bu militarizm konusunu bize yeniden hatırlatır:
“Sayrılı bir günü bekleyen
Barışta elverişsiz seferberlikte çeltek
Bir adam tahayyül edin:
Hangi kargışı çarparsa suratına militarizmin
Hangi vakte bilenirse işaret parmağı
Göz gez arpacık
Güz bahar yaz
Kar kış” (s. 64)
Bütün bu ölümlerin bir bakıma toplumun ruhuna nüfuz etmiş militarizmden kaynaklandığını görüyoruz. Şiirde sözü edilen adam, aslında askerlik için elverişli değildir ama işaret parmağı sürekli bilenmektedir. Yani sürekli ona öldürmek ve ölmek hatırlatılmakta, sürekli bu iş için hazırlanmaktadır. Hayatın bir önemi, kutsiyeti yoktur. Kutsal olan, devlettir, güçtür. Militarizmin zaten temel felsefesi budur: Kolektif iktidar için birey gözden çıkarılabilir. Böyle durumlarda elverişsiz, sağlıksız, engelli veya “çeltek” olmak kabul edilebilir değildir.
Yeniden yukarıda sözünü ettiğim ilk şiire dönelim. Öğretmen veya sıradan bir memur militarizmin en alt ucundadır. Ama onu kuşatan kanunlar, daima bir devlet ciddiyetiyle davranmasını ve resmî olmasını zorunlu kılar. Öyle ki onun bir özel hayatı, arzuları, onu insan kılan farklılıkları olduğu sürekli yadsınır. Böyle bir bireyin basit insani hislerine bile imkân verilmez. Nitekim şair, bunu şöyle ifade ediyor:
“Kanunlarınızdaki boşluklardan bir çıkış yakaladığımda
Çimlere uzanmak isterim çimlere
Sıyırıp üstümdeki gereksiz ciddiyeti” (s. 11)
Burada üzerindeki ciddiyeti sıyırıp çimlere uzanmak isteyen öğretmenin masum isteği ile şairin geniş anlamda iktidara itiraz ettiğini görürüz. Aslında militarizme en güçlü itiraz da temel insani arzulardan çıkar. Yani aslında üstün (!) bir felsefeyle toplumu esir eden iktidar, basit insani mantık karşısında çaresiz kalır. Şiir, burada anlamlı olur. Fakat şairler, bir iktidara itiraz ederken başka bir iktidarın ağına düşmekten de kurtulamazlar:
“bütün şairler ömründe en az bi kez
direnmiştir bir iktidarın cismine ve düşmüştür
bir diğerinin zift karası kabrine” (s. 33).
Burak Ş. Çelik’in kitabına egemen olan bu antimilitarist söylemin yanında kitapta dikkatimi çeken iki hususu daha vurgulamak zorunluluğu duyuyorum. Birinci husus, Burak Ş. Çelik’in şiirlerinde çok fazla öztürkçe, argo veya yöresel ifade olarak nitelendirilebilecek genel kullanımda olmayan kelime kullanılıyor. Kitap boyunca bunları saymak mümkün olmadı ama bir kısmını burada şöyle sıralayabilirim: raspalanmak, aysar, lizollamak, matrah, yılık, yortmak, töretanımaz, zıhlanmak, konalga, ceste ceste, savran, istralya, çalap, bocurgat, daraç, boğata, zartayı çekmek, tuzlak, sallasırt, bilekçe, kök tengri, ülgen, yayık, suyla, yalağuz, kuçe, şandellemek, tarazlanmak, takınak, şakrımak… Bu tür kelimeler şiire bir tazelik, şiirin ahengini sağlamaya dönük bir ses katabilir. Ama bu kelimeleri bu ölçüde fazla kullanmak, şiiri kanımca biraz zorlamaktadır.
Şunu da belirtmek gerekir ki belki biraz bu öztürkçe veya yerel kelimeleri kullanma tutkusu sebebiyle veya belki de zaman zaman sesleri arasında doğan yakınlıktan dolayı Burak Ş. Çelik’in bazı şiirlerinde İsmet Özel’i andıran bir söyleyiş var. Tabii Çelik’in bazı şiirlerinde toplumcu temaları işlediğini görmek de bu yakınlığı güçlendiriyor. Örneğin “Sızlıyor çakmak cebimde taşıdığım ölmek töhmeti” ve “gencim, acıtmıyor şimdi kollarımdaki bilekçem” gibi dizelerde ve özellikle “Biraz Arabesk Biraz Millî Biraz Frenk” şiirinde bu yakınlığı görmek mümkün.
Burak Ş. Çelik yukarıda verdiğim kelimelerden de anlaşılacağı üzere dil üzerinde düşünmeyi ve kelimelerle oynamayı seviyor. Genel kullanımda olmayan yukarıdaki kelimelerin yanında bazı kendi ürettiği anlaşılan kelimeler de görülüyor şiirlerinde. Örneğin “için” edatını çoğu kez “dilçin”, “elçin”, “millenmekçin” biçiminde bitişik yazması veya “kongövdem” gibi kelimeler böyledir. Bazen de kelimelerle oynayarak tekerleme havasını andıran bir söyleyiş yakalıyor. Örneğin “Çok Tan” şiirinde geçen şu dizelerde bu kelime oyunları görülebilir:
“doğuracak bir ana sancı içinde
devir saati sarkmış demir beşiğin cibinliğinde
kül içinde. gül. içinde gül içimde
.gül aydı. aydı çok tan” (s. 49)
İkinci husus, Burak Ş. Çelik, bazı şiirlerinde kelimelerin veya cümlelerin sonunda olması gereken noktalama işaretlerini başa koyuyor. Örneğin adını Edith Piaf’ın meşhur şarkısı “Non Je Ne Regrette Rien” (Hayır Pişman Değilim)’den alan şiirinde geçen “.koş koşabildiğin kadar düşeceksin / .düşebileceğin kadar var” dizeleri veya “Dul Gecenin Koynunda” şiirinde geçen aşağıdaki dizeler şairin bu tercihi üzerinde düşünmek için yeterli olabilir:
“çarşaf gibi denizler altında yirmi bin
.balığın tercümesini yaptım düşümde
,nyhan kanalı akmıyormuş denize
takınaklı bir kız gibi geçiyor önümden
.mukan yere bakıyor
!geceye bak mukan işte
,ne güzel şakrıyor kıyıda
.yıpranmış şavrolelerimiz” (s. 37)
Doğrusu bu tür yazımla ilgili tercihlerin dil kurallarını sembolik olarak tersyüz etmekten başka bir anlamı olduğuna kani değilim. Daha evvel şair arkadaşımız Cihat Duman da ilk şiirlerinde büyük yazılması gereken baş harfleri değil de son harfleri büyük yazıyordu. Fakat sonra bu tür bir kuralsızlığın anlamlı bir sonuç üretmediğini görmüş olacak ki o da terk etti. Neticede dilin en sığ yanı noktalama işaretleridir. Şair, belli ölçüde noktalama işaretlerini ihmal edebilir, hatta onlara aykırı kullanımlarda bulunabilir. Fakat bu tasarrufların şiirin anlam, ses veya imge düzeylerinde bir açılıma sebebiyet vermesi beklenir. Bu bakımdan Burak Ş. Çelik’in dil ile ilgili tasarruflarını anlamlı bulmakla beraber noktalama işaretlerine yönelik bu aykırı kullanımlarının doğrusu anlamlı olduğu kanısında değilim.
Burak Ş. Çelik, şiirlerinde belli bir düzeyi yakalamış, acemiliklerinden büyük ölçüde sıyrılmış bir şair. Bu ilk kitabıyla güçlü bir çıkış yaptığını söylemek mümkün. Kendini salt şiirle sınırlamayıp, yürüttüğü çeviri ve diğer edebî faaliyetleri de onun şiirini besleyecek ve giderek daha güçlü bir şair olmasını sağlayacaktır. Barışta Elverişsiz kitabıyla Burak Ş. Çelik’in bize daha iyi kitapları müjdelediğini söyleyebiliriz.
Mehmet SÜMER -Hece Dergisi- (Sayı 278)