Barışta Elverişsiz
Genç şairlerin ilk kitapları çıkmadan önce, şiirlerini çeşitli dergilerde yayımlatması her zaman daha faydalı görülür. Edebiyat dergileri bu noktada adeta bir okul görevi görmektedir. Edebiyatçının yetişmesini sağlarken bir yandan da dergi okuruna yeni bir kalem müjdeler.
Şiirlerini Hece, Ayasofya, Muhayyel gibi dergilerde okuduğumuz Burak Ş. Çelik’in ilk şiir kitabı Barışta Elverişsiz Hece Yayınları’ndan çıktı. 1990 doğumlu şair, yirmi iki şiirinin yer aldığı kitabını kızı Buğçe Şiir’e ithaf ediyor. Kapaktaki kurukafa deseni, zihinlerde istemsiz bir fikir oluşturuyor. Tepesinden uçan kuşların özgürlüğüne hasret duyuluyor.
“Anadolunun kuzey noktasında şark hizmetinde / Yaşamaktan canı çıkmış bir öğretmen ben” (s. 9) diyerek söze başlıyor şair. “Sana Bana Time Dair” isimli ilk şiirinde, bizlere bir portre çiziyor. Okura hem kendini şöyle bir tanıtıyor hem de şiirinin anahtarını teslim ediyor Çelik.
Biraz Arabesk Biraz Milli Biraz Frenk, kendini tanımlayan bir şiir başlığı. Hatta yalnızca kendini de değil, Burak Ş. Çelik’in diğer tüm şiirlerini tanımlıyor bu cümle: biraz arabesk, biraz millî, biraz frenk… “saçlarım / hasat zamanlarında tarlaların kuru toprağına serpilmiş / buğday başakları edası ile kımıldardı” (s. 17) diyor şair. Bu uzun benzetmeler okudukça alıştırıyor kendine. Nitekim sık sık karşılaşıyoruz kitapta.
Bir başka şiirinde şöyle sitem ediyor şair: “yazık ne yazık ben / anasını babasını doğurmuş tanrısından düşme tanrım / parisi de yarattın muşu da ve arzı ve uhrayı / hangisinde doğup hangisinde büyüdüyse ölüm / oralıyım” (s. 22). Kelime çeşitliliğine özen gösteriyor Burak Ş. Çelik, çoğu zaman da zıtlığı kullanıyor. Bu zıtlık şiirine de doğrudan yansıyor; hem iyi yapıyor onu hem kötü.
“Öz Vahamı Kurdum” başlıklı şiir, Hece Dergisi yayın kurulundan Hayriye Ünal için kaleme alınmış. Şair, neredeyse tüm şiirlerinde olduğu gibi, bunda da birinci ağızdan konuşuyor. Kendinden yola çıkıp şiire varmanın yollarını arar gibi: “asi olsam da kök tengri’ye ülgen’e yayık’a ve suyla’ya / sana / müteşekkirim tanrım bir dilim dilçin / bir elim elçin kalemim kağıdım mürekkebim / suyum ateşteki çayım kömür de koksa tüten kürküm için” (s. 26).
“bana âdemden bahset topraktan / özdemirin laviniasından bi dilim / elma kes bana topraktan / ki ben yürürken buzdan caddelerinde bu şehrin / içimi ısıtan yalağuz / kulağımdaki o türkü olmasın / bir vakit birlikte tüttürdüğümüz” (s. 33) Bozkırın iliklerine vuran yazgısı şiir oluyor böylece. Coğrafya kadermiş, dedirtiyor şair.
Almanca, İngilizce, Fransızca, Zazaca ve Kürtçe biliyor Burak Ş. Çelik. Dergilerde şiir çevirileri de yayımlanan Çelik’in, kitaptaki şiirlerinde de yabancı dil etkilerini görmek mümkün. Kimi zaman şiir başlığı olarak görüyoruz bu etkiyi: Non Je Ne Regrette Rien, Non Bıs In Idem Ellerimi Çöz Kardeşim (s. 29). Kimi zaman da bir şiirin içinde okuyoruz: “hem qui nasce il fiume sacro ai destini di roma / yazar kaynağında / roma’dan bile kutsaldır yani” (s. 36).
“dostum mustafa kandemir’e” diyerek söze başladığı bir şiirinde ise farklı bir deneme görüyoruz. Şair burada dizelerine noktalama işaretleriyle başlıyor. Bazen harfler eksik gibi düşünülse de okurken kendi içinde bir sese dönüşüyor şiir: “çarşaf gibi denizler altında yirmi bin / .balığın tercümesini yaptım düşümde / ,nyhan kanalı akmıyormuş denize / takınaklı bir kız gibi geçiyor önümden / .mukan yere bakıyor / !geceye bak mukan işte / ,ne güzel şakrıyor kıyıda / . yıpranmış şavrolelerimiz” (s. 37).
Herkese ve her şeye olduğu gibi, geçmişte yazılan şiirlere karşı çıkıyor Çelik. Yeni bir şiir kuruyor çünkü: “İnsan ölünce bulaşık olur / biraz soğuk biraz kirli / ve ıslak / utangaç ve ihtiyar / ölüm genç / gövde genç / biz genç / göğü boş ver / birbirimize bakalım” (s. 46) Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı’na bilinçli bir gönderme yapılmış bu dizelerde. “ikimiz birden sevinebiliriz / göğe bakalım” diyordu Uyar. Burak Ş. Çelik ise başka bir öneri sunuyor, alışılagelmiş de olsa bu öneri de şiirde yerini buluveriyor. Ölümü soğuk ve kirli bulaşığa benzetmek ise oldukça ilginç bir yorum.
Çelik’in şiirlerinde daima bir oyun var: “doğuracak bir ana sancı içinde / devir saati sarkmış demir beşiğin cibinliğinde / kül içinde. gül. içinde gül içimde / .gül aydı. aydı çok tan” (s. 49) Şiirde kelime oyunu yapmak elbette risklidir. Şiiri müthiş bir ahenk içinde bırakmak ya da tekerlemeye döndürmek arasındaki ince çizgide yürür şair. Okurun hoşuna gidecek bile olsa, şiirde bu oyunlarla kalıcı olmak oldukça güçtür. Şair burada zor olanı tercih ediyor, kalıcılık kısmını ise zaman gösterecek.
“adın cahit isminin baş harfleri acz tutuyor / ki kin tutuyor seni kim ki kimliği kirli kimyası öyle / mayası ayası yası bre ölümün hası / sen tutuyor içtiğim kahvenin çamuru kiri pası / seninle biz / aynı bölümü bitirip aynı ayda doğabilmişsek / aynı yaşta ölebilmemiz heyhat pek tabii” (s. 53) bu dizelerle Dağlı Dillerine şiirinde yine bir benzerlik kuruyor şair. Bu defa kendisi ile Zarifoğlu arasında bir ortaklık üzerinden gidiyor. Şiirde ses uyumunu elden bırakmıyor.
“Zahirende Kan Lekesi” şiiri, çarpıcı dizeleriyle kitabın arka kapağını süslüyor: “nicedir maval okunur yüzüne mavralar atılır / maya tutmaz kurduğun hiçbir yakınlık / ey girdisi toprak çıktısı kan olan / faraza yaşıyorsun. ölsen / şarklı bir el okşayacak milli dudaklarını”
Son şiiri Gergefinde İnsan Dokuyor Ölüm, kitaba ismini veren sözcükleri de içinde barındırıyor: “sayrılı bir günü beleyen / barışta elverişsiz seferberlikte çeltek / bir adam tahayyül edin: / hangi kargışı çarparsa suratına militarizmin / hangi vakte bilenirse işaret parmağı / gez göz arpacık / güz bahar yaz / kar kış” (s. 64). Barışta Elverişsiz bir kitap ismi olarak dikkat çekici.
Kitabın tümüne baktığımızda, aslında her bir şiirin otobiyografik izler taşıdığına şahit oluyoruz. Burak Ş. Çelik şiirleriyle kendini anlatırken dertlerini paylaşıyor okurla. Bu kitap, derin bir iç hesaplaşmanın dizelerle ahenge kavuşması belki de… Hem dünyaya öfkeli hem de dünyada yer edinmiş olmanın üzüntüsü içinde şair. Kirli ve soğuk insan tasavvurunu ince ince işliyor bu şiirlere. İlk kitabın hayırlar getirmesi dileğiyle…
Fatma ÖZKAYA -Dergah Dergisi (Sayı 355-