Türk Öyküsünün Türkçeye Yapacağı Katkılar Türk Dilinin Seyri Açısından Da İzlenmeye Değer
‘Barışta Elverişsiz’ adlı şiir kitabı ile dikkatleri üzerinde toplayan Burak Ş. Çelik soruşturmamızın onuncu konuğu
1-Türk edebiyatında hikâye anlatma biçimi son dönemlerde bir hayli değişim/dönüşüm geçirdi. Sizce, bugünün öykücülüğü, mesaisini yeni arayışlarla mı, yoksa kendi klasiklerini oluşturma gayretiyle mi devam ettirecek?
Klasik oluşturmak kolay değil. Haydi oluşturalım deyince oluşabilen bir şey midir, ondan da emin değilim. Eğer öykücüler böyle bir yola girmiş ise bir kez daha düşünmelerini tavsiye ediyorum. Türk öyküsünün uzanıp geldiği çizgiyi iyi okuyup yeni arayışlarda olmak daha makul. Zaten klasiklerin oluşabilmesi bir anlamda dilin klasikleşmesi demek. Ancak her 60-70 yılda sekteye uğratılan bir dilden klasik çıkmasını beklemek lüzumsuz bir iyimserlikten başka bir şey değil. Fransızlardan ve Almanlardan klasik bekleyebilirsiniz; çünkü dilleri üzerinde bizimkiler kadar ciddi ameliyatlar yapılmamış. Ama ne yazık ki Türkçe tamamıyla olgunlaşmış bir dil değil. Dilin olgunlaşıp olgunlaşmadığı kendisini en iyi nesirde gösterir. Uzun cümleler, birleşik cümleler, herkes tarafından anlaşılan ortak bir kelime hazinesi bunun bir delili olabilir. Fakat dil devriminden sonra uzun cümle ve birleşik kelime hususunda her ne kadar önemli yollar kat etmiş olsak da, nesir için ortak bir kelime hazinesine sahip olduğumuzu söyleyemem. Bunun çeşitli sebepleri var. Eski kuşak ve yeni kuşak arasındaki dil farkı, eğitim durumları, eski dili kullananların siyasi ve dinî yaftalara maruz kalması vs. Liste uzayabilir. Ortak kelime hazinesi için biraz daha zamana ihtiyacımız var.
Önemli bir dönemdeyiz. Türk öyküsünün Türkçeye yapacağı katkılar Türk dilinin seyri açısından da izlenmeye değer. Bu katkı bir anlamda öykücülerin kanonlaşmadan yeni gelenlere yer açmalarına, onları da aralarına almalarına ve kendilerine benzetmeye çalışmadan söz hakkı tanıyıp tanımayacaklarına bağlı.
2-Yahya Kemal, “Sönmez seher-i haşre kadar şi’r-i kadim/Bir meşaledir, devredilir elden ele” demişti. Yirmi birinci yüzyılda meşalenin akıbeti sizce ne haldedir?
Yirmi birinci yüzyılda meşale elden ele dolaşmaya devam ediyor. Hiçbir değişiklik yok bu durumda, şiirimiz her geçen gün daha da olgunlaşıyor, dallanıp budaklanıyor. Bunu görebilmek için ne yazık ki işin içinde olmak yetmez; her şeyden önce rikkatli gözlere sahip olmak gerek. Türk şiirinin ölümü üzerine zar atanlar zar tutuyor. Net. Şiir öldü de bu kadar şair makarna mı yapıyor? Ancak elbette iktidar tutan şairlerin gevşek tavırları ve iktidarlarını muhafaza edebilmek için şiirden verdiği tavizlerle buradan Yahya Kemal’e yol olur. Bu işte Türk şiirine vurulmuş en büyük darbedir. Şairin şiire ettiğini başkası etmez. Her şair için geçerli değil bu durum elbette. Hayatının esas mihrakına makamı değil de şiiri koyan şairlerimiz de var; ancak ne yazık ki bu, genel tabloyu değiştirmiyor.
Türk şiirinde bir durağanlık ve niteliksizleşme söz konusu değil. Ekseriyetle görünür şiirde ise niteliksizlik başını almış gidiyor. Hamasete yaslanmış şiir memleket sathına nüfuz etmiş durumda. Hamasi şairiler ise çoğunlukla iktidar. Ve söz konusu muktedir şairler, alttan yetiştirdikleri genç şairlerin ellerine şiirden önce bir hamaset meşalesi tutuşturuyor, edebiyat programlarına ve birtakım gecelere bu gençleri çağırıyor, onları alınlarından öpüyor. Yani görünür olmanın ön koşulu olarak bir hamaset, körü körüne bir gelenek bağlılığı şairlerin boynuna bir nişan olarak asılıyor. Genç şair ise ya cehaletinden ya da içinden yükselen tanınır olma marazıyla el öpüyor, bu duruma boyun eğiyor. Gittiği herhangi bir yerde sözünü esirgemeyen genç şairlere diyecek bir sözüm yok, olması gereken o; fakat küçücük taltifler uğruna bir dizi taviz verip yaltaklananlara ise eninde sonunda unutulacaklarını söylemeden edemem. Siz yaltaklandıkça daha çok öne çıkarılacaksınız, size ödüller bahşedilecek, gazete köşeleri sunulacak, televizyonlarda programlara çıkarılacaksınız ve alkışlanacaksınız. Ama şiiriniz ölecek. Ufacık bir siyasi konjonktür değişikliğinde çöpe atılacaksınız. Çünkü siz, şiirinizi siyasi ve dinî söyleme indirgediniz, şiirler değil sloganlar yazdınız. Bunlara güllü Donkişotlar ve gelenek havarileri diyorum.
Bir de zıt kutbu var bunun, yani ifratı. Bunlar da mekanik kafalar. Mekanik kafaların, ilk gruba nazaran Türk şiirinin gidiş yönünü daha net görebildiklerini söylemem gerek. Ancak ne yazık ki tefriti ne kadar kötü ise ifratı da o kadar kötü bunun. Art arda mekanik kelimeler sıralamakla şiir yazdığını düşünen bu grup mensupları, Türk geleneğinden de bihaber. İlk grup her fırsatta Allah derken ikinci grup her fırsatta Allahsızlığa bir kapı aralıyor, şiiriyle küfrediyor. İki kafa da esasında aynı çalışıyor. Bu söylediğimi anlayanlar çıkacaktır; fakat bir linç girişimi olma ihtimali daha yüksek; çünkü çoğunluk haklı olduğunu düşünür.
Orta yolu tutturmak gerek. Özetle alegorinin, mitopoetikin, dramatik monoloğun, objektif karşılığın, ortak şuurun vs. varlığından bihaber fasa fiso şiirler yazmaya devam edersiniz ağabeylerinizin süslü mintanlarını öpmek sizi kurtarmayacak.
Bu soru ile ilgili son olarak şunları söyleyeyim: Şiirimiz çakı gibi. Kimseye kulak asmadan şiir yazan bir sürü arkadaşım var. Kıymetli şiir okurlarına şunu tavsiye ediyorum: Bağırıp çağırmayanlara bakın, tüm bu curcunanın içinde, her şeye rağmen, şiirini yazanlara kulak verin. Onlar meşalenin gidiş yönünü tayin eden şairler. Yanlış tarafa bakıyorsunuz.
3-“Edebiyat Eleştirisi” kavramından ne anlamalıyız? Yokluğundan bunca şikâyet edilen eleştiri, rüştünü nasıl ispat etmeli?
Önce edebiyat eleştirisi kavramından ne anlamamalıyız, onu söyleyeyim. Edebiyat eleştirisi deyince kitap tanıtım yazıları anlaşılmamalı. Bu yazıların olmaması gerektiğini savunmuyorum. Ancak kısır bir alan burası. Gelişmeye kapalı. Kitabın kapağından bahsetmek, çıktığı yayın evini söylemek, çıkış yılını belirtmek, içindekiler bölümünü incelemek, sayfa sayısına değinmek ve neticede birkaç tane şiire değinip şairi yerlere göklere sığdıramamak eleştiri değildir. Nokta. Bir sayfalık üstünkörü yazılan bu yazıları eleştiri gibi bir türü temsil kabiliyetini haiz göstermek mümkün değil. Eleştiri yaparken elbette bu niteliklere de değinmek gerek; ancak bunlar başrol olamaz. İnsanların sakalına, bıyığına, kıyafetine bakılarak kafasının içinin belirlendiği günümüzde (bile) ya da yediğinin, içtiğinin, giydiğinin, yaptığının sosyal platformalara taşındığı günümüzde kitap tanıtım yazılarının varlığını hor görmemek gerek. Şekilcilik şekilciliktir. Bu kafa bunu her yerde ortaya döker, mesela başka bir yerde şiiri değil şairi öne çıkarır. Ama eleştiri şaire değil şiire yönelik olmalı. Ayrıca “büyük şair, küçük şair gibi tanımlamalarda neden bu denli acele ediliyor”un cevabı da bir an önce olmak ve oldurmak arzusu. Yani şekilci kafa. Oysa bu hükmü verecek olan zamandır, rol çalıyorsunuz.
Biz daha kitap tanıtım yazılarındayız. Bunun bir üst seviyesi, iyi anlamda, çürük elmaları seçip kasadan atmak. Yani kötü olanı ortaya koymak. Şu anda bunu yapmak yürek ister. Çünkü edebiyatımızdaki kanonlaşma o kadar yoğun durumda ki çektiğiniz iple tüm masayı birden devirebilirsiniz, hatta belki kendiniz bile ayakta kalamazsınız. Bir önemi yok bunun. Ama elbette bu noktada T. S. Eliot’un görüşleri yol gösterici nitelikte. Eliot, eleştirmenin esas işinin övgüye değer olanı değmeyenler arasından seçip çıkarmak ve övmek olduğunu söyleyerek, masa devirmenin de çok tercih edilmemesi gerektiğini belirtir. Yapılması gereken bu.
Bir de eleştirinin rüştünü ispat etmesine gerek yok. Eleştiri dünya edebiyatında, Samuel Taylor Coleridge, Thomas Stearns Eliot, Tzvetan Todorov, Çernişevski, Dobrolyubov, Pisarev gibi eleştirmenler yetiştirmişken ve kendi dilimiz de her biri anlayış olarak birbirinden farklı olsa da Nurullah Ataç, Memet Fuat, Fethi Naci, Hüseyin Cöntürk, Eser Gürson gibi çok kıymetli eleştirmenler yetiştirmişken eleştirinin rüştü üzerine konuşmanın bir manası yok. Bu eleştirmenler eleştirinin rüştünü zaten ispat etmiştir. Bize düşen bu bayrağı devralıp üstümüze düşeni yapmak. Cöntürk şair olmak için her ne kadar yetenek gerekli olsa da eleştirmen için buna gerek yoktur manasında bir söz söyler. Sıkı çalışarak eleştirmen olabilirsiniz. Ama her şeye kolay ulaşılan bu çağda bu yükün altına kimse girmek istemiyor. Bu sebepledir ki eleştiri durağan seyrini koruyor. Ne zaman düzelir bilmiyorum. Fırsatlar vermeye devam edin, gençlere sus demeyin, el etek öptürmeye kalkmayın, bekleyip görelim.
Kaynak: Türk öyküsünün Türkçeye yapacağı katkılar Türk dilinin seyri açısından da izlenmeye değer
Burak Bey’in soruşturmamıza katkısı önemli ve ziyadesiyle faydalıydı. Bir kez daha teşekkür ediyoruz kendisine…